Haccın Gerçek Manası TEVHİD 2021
Vahye ev sahipliği yapan o mübârek beldelerde, dünyanın muhtelif yerlerinden gelen Müslümanlar, boşalan gönül bataryalarını doldurup mânevî azıklarını alacaklar.
Haccın Gerçek Manası TEVHİD
Vahye ev sahipliği yapan o mübârek beldelerde, dünyanın muhtelif yerlerinden gelen Müslümanlar, boşalan gönül bataryalarını doldurup mânevî azıklarını alacaklar.
Bedenlerine, kanlarına, iliklerine kadar îmân cereyanı yayılacak. Orada zayıf olan kuvvetlenir, uyuşuk olan canlanır, hasta olanlar şifâ bulur. Orada insan Allah’a kulluk için adeta yepyeni bir ruh kazanır.
Hac aylarına girmiş bulunuyoruz! Suudi Arabistan’dan gelecek hac kotası ve 2021 Haccı özel şartların açıklanması beklenen şu günlerde pek çoğumuzun gerek akrabasından, gerek çevresinden hac yolcusu olacaktır inşallah. Rabbim şimdiden haclarını mebrur eylesin. Gitmeyenlere en kısa zamanda helâl mal ile, gidenlere de tekrar gitmeyi nasib eylesin.
Malumunuz olduğu üzere, Beytullah ilk görüldüğünde yapılan duâlar mutlaka kabul oluyor. Bu vesileyle hacca gidecek olan kardeşlerimize, İmâm-ı Âzâm’ın o an yapılmasını tavsiye ettiği duâyı hatırlatmak isterim: “Ya Rabbi bu güne kadar yaptığım ve bundan sonra yapacağım duâlarımı kabul eyle.” Beytullah’ı gördüğünüz an işte böyle duâ edip, sonra Allah’dan ne istiyorsanız isteyin. Tabi orada bizi de unutmayıp duâlarınıza katın inşâallah.
Korona virüs ortamında sadece Türkiye’mizden değil, dünyanın dört bir yerinden, dilleri, renkleri, örf ve an’aneleri, kılık ve kıyafetleri ayrı, ama inançları aynı olan Müslümanlar, her gün en az beş defa yöneldiğimiz bedenlerimizin kıblesine, dünyanın kalbi olan Kâbe’ye gidecekler.
Plan ve projesi Cebrâil (Aleyhisselâm) tarafından, yapısı da İbrahim ve İsmâil (Aleyhimesselâm) gibi iki büyük şahsiyet tarafından bina edilen o muazzam binaya…
Nice Peygamberlerin Kendisine yüz sürdüğü, son taşının da Nebilerin Hâtemi olan Hz. Muhammed Mustafa (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in mübârek elleriyle yerleştirildiği Allah’ın evi olan Beytullah’a…
Bilal-i Habeşî’nin damına çıkıp ezan okuduğu, Kafkas kartalı Şeyh Şamil’in Müslümanların ısrarıyla üzerine çıkıp Huccâc-ı Kirâmı selâmladığı ve başta Ashâb-ı Kiram olmak üzere daha nice Allah dostlarının, sâlihlerin yüz sürdüğü o bereketin kaynağı olan Kâbe-î Muazzama’ya, tüm hacı adayları adeta bir nur pınarı gibi akacaklar.
Heyecanla, aşkla, şevkle koşacvaklar. Gözlerinde yaş, gönüllerinde muhabbet, dillerinde niyazla gidecekler.
Kutuplardan ekvatora, enlemlerden boylamlara kadar değişik iklimlerde ve coğrafyalarda yaşayan, daha önce birbirini hiç görmemiş olan ümmeti Muhammed, orada kardeşlik şuuru ile buluşacaklar. Siyahıyla-beyazıyla, omuz-omuza, gönül-gönüle birbirleriyle kaynaşacaklar.
Mevlâ’nın rahmetinin yağmur gibi yağdığı, vahye ev sahipliği yapan o mübârek beldelerde, dünyanın muhtelif yerlerinden gelen Müslümanlar boşalan gönül bataryalarını doldurup, mânevî azıklarını alacaklar. Bedenlerine, kanlarına, iliklerine kadar iman cereyanı yayılacak. Orası Beytullah!. Adı üstünde Allahın evi.. Kâinatın sahibi o Beyte İsmini izafe etmiş.. Beytullah demiş ve ayrı bir şeref ikram etmiş.
Orada öyle bir atmosfer var ki, orada öyle bir mânevî cereyan dolaşır ki, zayıf olan kuvvetlenir, uyuşuk olan canlanır, hasta olanlar şifa bulur. Orada insan Allah’a kulluk yapmak için yeni bir kuvvet, adeta yepyeni bir ruh kazanır.
Hac; aynı zamanda, bazı Müslümanların ifrat ve tefrit derecesindeki bölgecilik, ırk ve renk taassubunu da yerle bir eder.
Hacda bütün Müslümanlar; Arabı-Acemi, Kürdü-Türkü, Azerisi- Özbeki evvelce giydiği her türlü mahallî kıyafetlerden soyunur ve tek bir kıyafete bürünür. Sınıf farkı göremezsiniz. Kim zengin kim fakir, kim amir kim memur, kim işçi kim patron? anlaşılmaz. Herkesin başı açık, ayağı çıplak, üzerlerinde de iki parçadan oluşan kefen misali dikişsiz bembeyaz ihram elbisesi… Yaşadıkları beldeler farklı da olsa, dilleri, renkleri, kültürleri ayrı bile olsa, hepsi aynı şeyi yapıyor. Hepsi Kâbe’yi tavaf ediyor, hepsi Safa ve Merve arasında sa’y ediyor, hepsi Mina’ya çıkıyor, Arafat’ta vakfeye durup, Müzdelife’ye iniyor, sonra da şeytan taşlıyorlar.
Her yokuşta, her inişte ve her dönemeçte aynı sözü terennüm edip, “Lebbeyk Allâhümme Lebbeyk” diyerek telbiye getiriyorlar.
Böylece İslâm birliği gerek giyimde, gerek dilde en güzel şekilde tecelli ediyor ve haccın gerçek manası olan “tevhid” zuhûr ediyor. İnançlarda tevhid, ibâdetlerde tevhid, giyimde tevhid, lisanlarda tevhid…
Hac gerçekten ne büyük ibâdet. Hacca gitmemek ise ne büyük mahrumiyet! O havayı mutlaka teneffüs etmek, o atmosferi, o mânevî havayı mutlaka yaşamak lazım. Emin olun kalbiniz ne kadar katı olursa olsun mutlaka yumuşayacak, ağlamayı unutan gözler yaşaracak, küllenmiş olan mânevî duygular orada alevlenecektir.
Hac etmek insanın günahlarını siler süpürür, tertemiz yapar.
Nitekim Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) bir hadîsi şerifte: “Hac yapın, çünkü suyun kiri yıkadığı gibi hac da günahları yıkar.” buyurmuştur.
Hz. Ali (Radıyallâhü Anh) anlatıyor: “Efendimizle tavaf ediyorduk, dedim ki:
– Ya Rasülellah! Anam-babam Sana feda olsun bu Beyt nedir?’ Efendimiz:
– Ya Ali! Allâh-ü Teâlâ bu Beyti dünyada ümmetimin günahlarına keffâret olsun için kurdu, buyurdu.”
Ali b. Muvaffak anlatıyor:
“Arefe gecesi Mina’da Mescid-i Hayf’ta uyuyordum, rüyamda iki tane meleğin semâdan indiğini gördüm. Aralarında şöyle konuşuyorlardı: Biri, diğerine:
– Bu sene hacca gelenlerin kaç kişi olduğunu biliyor musun? dedi, diğeri:
– Bilmiyorum, kaç kişi geldi?
– Tam 600.000 kişi geldi. Peki, bunlardan kaç kişinin haccının kabul edilip, günahlarının af edildiğini biliyor musun?
– Hayır, bilmiyorum, kaç kişi af edildi?
– Allâh-ü Teâlâ bunların içinden sadece ‘altı kişi”nin haccını kabul edip günahlarını af etti.
Ali b. Muvaffak diyor ki:
“Aralarında bu şekilde konuştuktan sonra yükselip gözden kayboldular ve ben korku içinde uyandım. Haccım kabul olmayacak diye üzülüp endişelendim. Arafat’ta, Meş’ari Haram’da üzüntü içinde bunları düşünürken, bana bir geçkinlik arız oldu. O esnada yine daha önce gördüğüm iki meleği gördüm. Aynı şekilde semadan indiler ve yine aralarında konuşmaya başladılar. Biri diğerine sordu:
– Rabbimizin bu geceki hükmünü biliyor musun? Diğeri:
– Hayır, bilmiyorum nedir bu hüküm?
– Mevlâ Teâlâ, haccı kabul olan ve günahları af olan o altı kişinin her biri için, yüz bin kişiyi af etti. Böylece bu sene hac eden altı yüz bin kişinin hepsinin haccı kabul oldu ve günahları af oldu.”
Orası böyle bir yer, orası toptan pazar…
Ne pazarı? Af pazarı, mağfiret pazarı…
Mevlâ dostları hürmetine herkesin haccını kabul buyurup af ediyor. Öyle günahlar vardır ki, onlar ancak Arafat’ta vakfe ile af olunur. Bir hadîsi şerifte: “İnsanların günahça en büyük olanı, Arafat’ta vakfe yapıp da Allah’ın onun günahlarını af etmeyeceğini zannedendir.” buyrulmuştur.
Sâlihlerden bir tanesi haccetmişti. Arafat’tan ayrıldığında çantasını orada unuttuğunu hatırladı. Onu almak için tekrar dönüp Arafat’a çıktı, çantası bıraktığı yerde duruyordu onu aldı ve geri döndü. Dönerken vadiyi geçiyordu ki orada maymun, domuz gibi acayip hayvanlarla karşılaştı. Çok korktu, hızla arkadaşlarının yanına geldi. Onlara yolda gördüklerini anlatınca Ebu Ubeyde b. Kasım’da oradaydı. Dedi ki: “O gördüklerin Arafat’ta vakfe yapan hacıların günahlarıdır. Arafat’tan ayrılırken hepsini orada bırakmışlar.
Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e bir Arap köylüsü geldi ve dedi ki: “Hacca gitmek istiyordum fakat kaçırdım. Halen de ihramlı vaziyetteyim. Bana emir buyur, ne yapayım ki hacıların eriştiği sevaba ben de erişeyim? Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) o kişiye şöyle buyurdu: “Ebu Kubeys Dağı kadar altının olsa, hepsini de Allah yolunda harcasan, yine de hacıların kazandığı sevaba nâil olamazsın!”
Ve Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) devam etti: “Hacca giden kimse teçhizatı (yükü) ile yola çıktığında, onlardan neyi kaldırır ve indirirse Allah onun için on iyilik yazar, on kötülüğünü siler ve derecesini de on kat yükseltir. Devesine bindiği zaman, devesi her ayağını kaldırıp indirdiğinde aynı şekilde sevap yazılır, günahları silinir ve dereceleri yükseltilir. Kâbe-i Muazzama’yı tavaf eder, Safa-Merve arasında sa’y eder, daha sonra saçını tıraş eder veya kısaltırsa, anasının kendisini doğurduğu gündeki gibi günahlarından sıyrılır. O kimse varsın amellerine yeniden başlasın.”
Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) böyle buyurduktan sonra, Arap köylüsüne döndü ve: “Bu anlatılanları duydun, (şimdi) düşün (bakalım) hacca gidenin sevabına bu halinle nasıl yetişebilirsin?”
İşte imkânı olup ta hacca gitmeyen kimseler, maalesef bu ecir ve kazançları kaçırıyorlar. Öyle faziletler ve kazançlar var ki, bunları kazanmak ancak orada mümkün oluyor. Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: “Kâbe üzerine her gün ve gecede Allah’ın yüz yirmi rahmeti yağar. Bunun altmış tanesi tavaf edenlere, kırk tanesi Kâbe etrafında namaz kılan ve ibâdet edenlere, yirmi rahmet ise Beytullah’ı seyredenleredir.”
Hac ibâdeti bir cihetten namaz gibi bedenî, bir cihetten de zekât gibi mali bir ibâdettir. Yani hem malla, hem de bedenle yapılan bir ibâdet. Dolayısıyla hac, Rabbimizin bize büyük bir lütfu olan, sıhhat ve servetimiz için bir şükran borcudur. Cabir İbni Zeyd (Radıyallâhü Anh) buyurdu ki: “Oruçla namaz bedeni yorar, malı yormazlar. Sadaka ise malı yorar bedeni yormaz. Hiç şüphe yok ki ben; hem malı, hem de bedeni hacdan daha çok yoran bir şey bilmiyorum.” Dolayısıyla hac hem mala hem de bedene tekabül ettiğine göre, elbette sevabı da çoktur. Efendimiz bir hadîsi şerifte: “Haccı mebrurun (makbul haccın) karşılığı ancak Cennettir.” buyurdu. “Mebrur hac nedir? Ya Resülellah!” diye sorduklarında Efendimiz: “Güzel söz ve yemek yedirmektir” buyurdu.
Tabi o atmosferde, kendi memleketinden uzakta alışık olmadığın sıcaklar, o müthiş kalabalık insanı daraltıp, bunaltabiliyor. Ayrıca şeytan da, özellikle haccını ifsad etmek için seninle uğraştığından, tahammüller azalıyor. Bir bakıyorsun en küçük meseleden dolayı kavga-gürültü kopmuş. En sakin, en uysal adam bağırıyor çağırıyor. Onun için burada bir sabrediyorsan, orada on kat sabretmek lazım. Orada herkes Allah’ın misafiri. Omzuna çarparlar, ayağına basarlar, adam gelir seni ezip geçer, sonra döner “Hacı sabır” der. Ne yapalım, sabredeceksin. Ee haccı mebrur yapabilmek için dişini sıkacaksın, sesini kısacaksın, sabredeceksin. Evet kolay değil, ama karşılığında Cennet var.
Hacca gidenlere çok büyük mükâfatlar vardır, fakat gitmeyenlere de tehditler vardır.
Bir hadîsi şerifte Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Her kimi bir hastalık veya görünen bir hâcet veya zalim bir sultan menetmediği halde haccetmezse, ister Yahudi olarak, ister Hıristiyan olarak ölsün.” (Beyhaki, sünen: 4/334) Bu hadîsi şerif bizi titretmesi lazım. Yani burada, maddî imkânı olup da hacca gitmeyenlere, büyük bir tehdit var. Bir Müslüman bunu göze alamaz ve almamalıdır da.
Hac kendisine farz olduğu halde hâlâ gitmemiş olanlar, hiç vakit kaybetmeden ilk fırsatta mutlaka gitmeli ve sevgili Allah’ımızın evini ziyaret etmelidir. İnsan, Rabbinin evini merak etmez mi? Resûlüllah’ın doğduğu, büyüdüğü, İslâm davası uğruna binbir çilelere katlandığı, dünyada emsali olmayan “Saadet Asrı’nın” yaşandığı o kutsal toprakları insan görmeyi arzulamaz mı? İmkânı olanlar hacca mutlaka gitmeli ve oradaki mânevî havayı teneffüs edip, âhiretin adeta dünyadaki provası niteliğindeki o atmosferi yaşamalılar. Fakat bunun için acele etmek lazım. Zira Efendimiz “Hacca gitmek isteyen acele etsin, çünkü kişi hasta olabilir, malı kaybolabilir (veya) başka bir engel çıkabilir.” buyurdu.
Fi Emânillah!
2021 Mekke , Suudi Arabistan Ahmet TALHA
HacUmreHaber.com
Sponsor Reklamlar Önem Arzetmektedir